İşbu yazı,18 saatlik bir araba yolculuğu, üst üste 3 gün giyilen çorap, bol miktarda hakiki mısır ekmeği, dibi kazınmış bir mıhlama tavası, ergenlik triplerinden kurtulamamış, düzene isyan eden zavallı bir kız, kafadan çıkarılmayan bir Karadeniz puşisi, zar zor öğrenilmeye çalışılan birkaç Lazca kelime, ağrıya dayanılamayıp bir kenara fırlatılan bir çift topuklu ayakkabı gibi süpersonik öğeler içermektedir.
18 Haziran’ı 19’a bağlayan gece bir minibüs ve 3 arabayla, sevgili “Büyük Kuzen” i evermek için Artvin’e doğru yola çıktık. Her zamanki gibi en arka pencere kenarı benimdi. Kulaklıkları takmamla uyumam bir olmuş. Öyle bir uyumak ki molayı kaçırmak sevgili okuyucu. Ancak 2. molada gözlerimi açabildim. Ağzıma bişiyler tıkıp tekrar minibüse attım kendimi. Buradan Artvin’e kadar da kah uyuyup kah etrafı seyrederek geçirdim yolculuğumu. Hatırladığım birkaç noktayı söyleyecek olursam… Samsun’daki Bandırma vapuruna bakıp gururlanmam, Fatsa’dan geçerken Fikri Sönmez’i anıp hüzünlenmem, Ordu’dan geçerken de yağız bir delikanlı görüp “Oyyhhşşş nesin sen yaa?” diye iç geçirmem… Öhö öhö.. Evet devam ediyorum. Saat akşam 10 civarında Artvin’e ulaşmıştık. Sağ olsunlar akrabalarımız bu yorgun, bitkin ve üstüne üstlük leş gibi kokan yolcuları bağırlarına basarcasına yedirdiler içirdiler ve yatacak yer verdiler. Biz de hayatımızda ilk defa görmüşçesine, hunharca saldırdık yataklara.
Ve o “mucizevi şey” an itibariyle beni çağırmakta... Geri kalan 2 günü de yarın yazmak üzere burada noktalıyorum. Özle beni sevgili okuyucu.
2 yorum:
Özleyen olmayınca devamı gelmemiş. özledik hadi yaz yaz :D
Bir bölümünü yazdım ama devamını getiremedim henüz. En kısa zamanda tamamlayıp yayınlamaya çalışıcam :))
Yorum Gönder