14 Mart 2013 Perşembe

Bir İç Dökme Tefrikası


Vay arkadaş yaa!! Ne çabuk gaza gelmişim. Gerçekten mutlu olabileceğime inanmışım falan… Aptallığıma gülüyorum şu anda. Sen kimsin ki? Önceden yaşadığın hangi olayı referans olarak alıp bu sefer gerçekten mutlu olabileceğine inandın? Son yazımda “Tanrı sizi çok seviyormuş.” falan yazmışım bi de utanmadan. Tanrı sadece beni deniyormuş meğer. “Dur şunu mutlu edeyim, sonra da g*tünün üstüne oturtayım bakalım ne olacak?” demiş resmen.

Evet… İlişkim bitti. Hayatımda “ilk kez” her şey yolunda gidiyordu. İstediğim okulu kazanmıştım, İstanbul'a dönüyordum ve İstanbul’da beni bekleyen çok sevdiğim bir arkadaş grubum ve sevgilim vardı. Gerçek mutluluğun ne demek olduğunu anlamıştım hayatımda ilk defa. İlk ve son oldu sanırım. Çünkü her şeyin mükemmel gittiği bir anda her şey yine tepetaklak oldu. Toparlanmam gerçekten çok uzun sürdü. Yine gözlerimi pörtletircesine ağladığım bir anda “Kendine gel kızım yaa!” dedim kendi kendime. “Sen elin oğlu için hayattan kopacak kadar güçsüz bir kız mısın? Silkelen ve sahip olduklarının farkına var. Hayatının en güzel yıllarını seni hiç hak etmeyen bir hıyar için zehir etme” dedim. Toparlandım ve bir televizyon kanalında staja başladım. Bir şeylerle uğraşmam gerekiyordu çünkü. İyi de geldi aslında. Tabii ki bu da uzun sürmedi. Yaza doğru dedemi kaybettim. Cenazeden sonra bütünleme sınavlarım için İstanbul'a dönerken bir trafik kazası geçirdim. Bu sebeple de nur topu gibi bir bel fıtığım oldu. 3 hafta evde yattım ve doğal olarak sınavları kaçırdım ve sınıfta kaldım. Yaklaşık bir ay sonra kuzenimle İstanbul’un güzide bir semtinde eve çıktık. Mutluydum yine… En azından kötü giden bir şey yoktu. Her şey ortalama düzeyde seyrediyordu. Ama ben her şey yolundayken hayatımın orta yerine etmezsem kat'iyen içim rahat etmez. Aşk hayatımda çalkalanmalar oldu yine. İki sevgilinin ayrılmasına sebep oluyordum neredeyse. Durup kendime gelmeye kadar verdim. Geldim gelmesine de… O kızın ahı mı tuttu nedir ben bir kaza daha geçirdim. Karşıdan karşıya geçerken bir motosiklet çarptı. Yarık bir kaş ve ufak tefek sıyrıklarla atlattım da… Farketmeden kafayı da sıyırmışım hafiften. “Ya sabııııırrrrr” çeke çeke devam ettim hayatıma.

Neyse efendim okul başladı vs vs derken yaklaşık 3 ay önce bir ilişkiye başladım. “Belki bu sefer olur lan” dedim. “Ay sevgilisiz yapamam beeeenn :(“ diyen kızlardan değilim ama önceki ilişkimdeki mutluluğumu o kadar özlemiştim ki… Tekrar o mutluluğu yakalamaya çalışıyordum kendimce. Arkadaşken çok ama çok iyi anlaştığım o kişinin, sevgili olunca farkettiğim ve tahammül edemeyeceğim özellikleri olduğunu farkettim. Onun da bende hoşlanmadığı bazı özelliklerim varmış. Olabilir tabii… Kimse mükemmel değil. Kimse kimseden üstün değil. Sadece birbirimize uymuyorduk o kadar. Ayrıldık tabii ki. Buraya kadar her şey normal.  Ben de gayet iyiyim bir problemim yok. Ayrılmamızın üzerinden yaklaşık 3 hafta sonra Twitter’da biz kıza çiçekli böcekli aşk tweetleri attığını gördüm. “Seni seviyorum, huzuru sende buldum” vs vs… İşte bu benim kayışı kopardığım nokta oldu.

Beni unutması, başka birine aşık olması umrumda bile değil. Beni sinir eden nokta insanların bu kadar çabuk, bu kadar kolay mutlu olabilmeleri. Aşk, sevgi, mutluluk... Bunların bu kadar kolay bulunabilen şeyler olduklarını düşünmüyorum. İnsanların bunları bu kadar kolay bulmaları ya da bulduklarını zannetmeleri beni deli ediyor. İşte benim dayanamadığım durum bu!

Hayatım boyunca hiçbir konuda en yükseği hedeflemedim. Çok fazla param olsun istemem mesela. “Olmasa da olur.” demiyorum. Komple istemiyorum yani. Elektrik faturası yüksek gelmesin diye mum ışığında oturabilirim. Doğalgaz faturası g*tüme girmesin diye kat kat giyinip battaniyelere sarınabilirim. Ufacık bir şey almak için aylarca para biriktirebilirim. Bunlar beni rahatsız etmez. Lüks evlerde de yaşamak istemiyorum. Sorunsuz bir hayatım da olsun istemiyorum. Bazı küçük dertlerin, problemlerin insanı dinç tuttuğunu düşünüyorum. Aynı şekilde dünyanın en mutlu insanı bile olmak istemiyorum. Kararında mutluluk benim için yeterli. Çok sevgi bile istemiyorum yaa. Sevgilim, arkadaşlarım beni yeteri kadar sevsinler yeter. Hal böyleyken hala mutlu olamadığımı görüyorum ya… İşte o zaman benim balatalar yanıyor.

 Aşkın beni bu kadar mutlu ettiğini gerçekten bilmiyordum. Öyleymiş. Bazıları parayla mutlu olur, bazıları başarıyla. Ben de aşkla mutlu oluyormuşum. Hayatım boyunca bunun eksikliğini çekmemden kaynaklanıyor sanırım. Ve lanet olsun ki elimin kolumun bağlı olduğu tek konu da bu! Parayı, başarıyı çalışarak kazanabilirsin ama bu konuda hiçbir şey yapamazsın.

 Geçen gece resmen Tanrı’yla pazarlık yaptım. Belki o bana çok güzel bir kader yazdı. 10 sene sonra dünyanın en mutlu insanı olacağım belki. Ama yemin ediyorum istemiyorum bunu. Ben sadece hayatımın en güzel yıllarını eve kapanarak geçirmek istemiyorum hepsi bu.


 Haftalardır kendime gelmek için insanüstü bir çaba sarf ediyorum ama yoruldum artık. Hiçbir şey iyi gelmedi ben de yazayım dedim. Okuyucum kalmış mıdır bilemiyorum. Malum uzun süredir yazmıyorum. Aslında daha yazmak istediğim çooookkk şey var ama takatim yok bunları anlatmaya. Birkaç gün sonra belki… O güne kadar kendinize iyi bakın :)

9 Ağustos 2011 Salı

Başlıkbulamadımdeseminanırmısınız?


Saat 02.58.. Bir doğum günü daha geride kaldı. Bundan tam 1 sene önce yazdığım yazıda "Bakalım seneye de aynı duygular, aynı düşünceler içinde olacak mıyım? Belki de seneye şimdikinden çok farklı bir hayatım olacak. Farklı insanlar, farklı mekanlar..." demiştim. Evet, doğru tahmin etmişim. Hayatım 1 sene içinde ancak bu kadar değişebilirdi.

En büyük değişiklik okulu bırakmamdı herhalde. Ağlaya zırlaya, ama bir yandan da başka çarem olmadığını bilerek döndüm evime. Hem ağlarım hem giderim hesabı..

2 sene önce kurtulduğumu zannettiğim hayata tekrar döndüm. Dershane, test kitapları, etüdler, kaçırılan konserler, festivaller, masa başında geçen lanet olası geceler... Evet, tam anlamıyla kabus gibiydi ama sonucun bu kadar iyi olacağını bilseydim daha bir şevkle çalışırdım herhalde :)

4 aylık bir süre içerisinde yapabileceğimin en iyisini yaptım ve beklediğimden çok daha iyi bir puan aldım. Emek verip, hakkettiğini elde etmenin verdiği mutluluk hiçbir şeyle karşılaştırılamaz bence.

Diğer bir değişikliğe gelirsek.. Hayatıma biri girdi. Aslında o hep vardı. 2 sene önce aniden arkadaş olarak girdiği hayatıma 5 ay önce yine aniden sevgilim olarak girdi. Bunu söylemek çok garip geliyor ama... Mutluyum :) Senelerdir küfürler yağdırdığım kaderime büyük bir özür borçluyum sanırım :)

Özet geçmem gerekirse; Çektiğim sıkıntılar bitti ve hayatım yoluna girmeye başladı. Bu 1 sene içinde sabretmeyi öğrendim. Yaşadığınız ufacık bir sorun bile ileride mutlu mesut yaşayacağınız hayata doğru bir basamak görevi görüyormuş. Sorunlarınızın üstesinden sabırla ve en önemlisi umutla geldiğinizde Tanrı sizi bin bir çeşit mutlulukla ödüllendiriyormuş. Yani her ne kadar zamanında inanmasanız da, aslında Tanrı sizi çok seviyormuş :)

17 Ocak 2011 Pazartesi

Eve dönüş


Karşıma her zaman ufak tefek de olsa problemler çıkmış ve hayatımın seyrini bir ölçüde değiştirmiştir ama bu seferki çok farklı. Hayatım tamamen değişmek üzere..

İlk ve tek aşk'ımı terkediyorum. İstanbul'u yani.. Bunu yapacak olduğuma inanamıyorum. Aklımın ucundan geçmezdi ama hayat işte. Yarın bile ne olacak bilemiyoruz.

Evet Bursa'ya dönüyorum. Üniversite sınavına tekrar hazırlanıcam. Başkası olsa mutlu olacağından emin olabilirdi belki ama ben.. Yine aniden ortaya bir problemin çıkıp halihazırda içine s.çılmış hayatımın üzerine tüy dikmesinden korkuyorum. Ama korkunun ecele faydası yok tabii. O yüzden artık geleceği düşünmektense şimdi beni ne mutlu eder ona odaklanmaya karar verdim.

Korktuğum bir şey daha var. Gidip de dönememek, dönüp de bulamamak var ya hani.. İşte o..

24 Aralık 2010 Cuma

Santa Claus reyizzzz





Hayatımda köklü değişiklikler yapmak üzereyim. Bu zaten yeterince stres yaratırken bir de üstüne karsız noel geçiriyorum. Ooof of!


Bitmek bilmeyen ağlama krizlerime ve gün içinde üzerime çöken sebepsiz miskinliğime bir son vermek için psikolog arayışına girmiştim. Neyse ki çok geçmeden bir arkadaşım aracılığıyla buldum. Buldum bulmasına da doktor Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde görev yapıyormuş. Lanet olsun.. Yolumun bir gün oraya düşeceğini biliyordum.

Köklü değişikliklere gelince.. Önümüzdeki dönem okulu donduruyorum. Doktorum da aynı şeyi tavsiye ediyor. Gerçi henüz bu durumdan ailemin haberi yok ama ben kesin kararlıyım. Okulu dondurmamla bağlantılı olarak da içinde bulunduğum siyasi mücadeleye de ara vermek zorundayım. Böylece üzerimdeki sorumluluklardan kurtulup kendimle ilgileneceğim. Kendimle ilgileneceğim dediysem de aklınıza çok ekstrem şeyler gelmesin. Bütün gün devrilip yatmayı planlıyorum.


Bu arada yaklaşık 1 hafta kadar bilgisayarımın tamirden gelmesini bekledim. Bu konuda söyleyeceğim tek bir şey var; Tanrım kimseyi bilgisayarsız bırakmasın.


Mutlu noeller :)


cCc Santa Claus Reyizz cCc

1 Aralık 2010 Çarşamba

Patates kızartması bile mutlu etmiyor beni artık




Şizofren olduğumu düşünmeye başladım. Bunu düşünmemin onlarca nedeninden en sonuncusu bana iş teklif eden arkadaşımın tamam ben sana haber veririm deyip günler geçmesine rağmen aramaması. Acaba kendi kafamda mı kuruyorum bunları falan diye düşünüyorum. Olabilitesi yüksek bence.


Uzun süredir mala bağlamış durumdayım. Ara sıra okula gidiyorum. Gittiğim zamanlarda da bir ders durup sıkılıyorum ve çıkıyorum. Gitmediğim zamanlarda akşama kadar uyuyorum. Sonra da pencere önüne oturup sabaha kadar müzik dinliyorum. Okuldaki örgüt işleriyle de ilgilenemiyorum ne zamandır. Tekmeyi koymaları yakındır. Her akşam silkelenip kendime gelmem gerektiğini düşünüyorum, sonra da "dur hacım önce yak bi cugara sonra kendine gelirsin" diyorum ve hoooppp.. Geldiğim noktaya dönüş..


Sınavlarım iyi geçti diye düşünüyordum ama sıçmışım sanırım. Neyse şükürler olsun ki otomasyon sistemi de sıçmış durumda o yüzden diğer sonuçları öğrenemiyorum. Meraklı da değilim zaten.


Yılın en sevdiğim zamanı yaklaşıyor. Noel.. Bir keresinde bunu arkadaşlarıma söyleme gafletine düştüm. Gavur muamelesi yaptılar eksik olmasınlar. Amaann. Umrumda mı ki? Seviyorum lan var mı?!? Süslenmiş çam ağaçlarını, bembeyaz sakallarıyla ve kocaman göbeğiyle noel babaları, duvarlara asılmış noel çoraplarını, noel şarkılarını, üzerleri süslenmiş zencefilli kurabiyeleri, bütün bir yıl boyunca iyi şeyler yapmaya çalışan masum çocukları bilinçsiz insanlar tarafından sokak ortasında vahşice kesilen hayvanlara binlerce kez tercih ederim!!


Noel yaklaşıyor yaklaşmasına da ortada kar mar yok. Karı geçtim havalar ısınmaya bile başladı sanki. Karsız noel olur mu yahu?


Evet.. Sanırım bu kadar.. Öperim en güzel yerinizden..

10 Kasım 2010 Çarşamba

Hayat bir köy yoluysa ben şu sıralar boklu derenin üzerinden geçiyorum

Yeni mekana taşınma telaşı, yeni kampüse alışma, arkadaşlarla hasret giderme derken yazmayı ihmal ettim. Kusura bakmayınız efem.

Evet.. Senelerdir hayalini kurduğum şekilde yaşıyorum. Tek başıma.. Çok rahatım ama bazen düşünüyorum acaba iyi mi yaptım kötü mü yaptım diye.. Biri beni dürtmeden yataktan kalkamıyormuşum sevgili okuyucu yeni öğrendim. Ayrıca kendi kendime konuşmaya başlamam da cabası.

Bu sene hayatımda önemli bir değişim daha oldu. Siyasi bir örgüte katılıp ülkem için mücadeleye etmeye başladım + kendi kampüsümü örgütleme görevini üstlendim. Bu sorumluluk duygusunun getirdiği baskıyı tahmin bile edemezsiniz. Yaklaşık 80 kişiden sorumlu olmak, onları faaliyete katmaya çalışmak sandığımdan daha zormuş. Ayrıca saçmasapan öneriler ortaya konduğunda koskoca insanlara “Ahahaha olm saçmalama lan” da diyemiyorsunuz. Mecburen “Hmm evet olabilir aslında ama üstünde biraz daha düşünelim” deyip geçiştiriyorum. Severek üstlendiğim görevin altında eziliyorum sanırım. Ve bununla mücadele etmek için dünya üzerinde var olan en faydasız yola başvurdum. Sigara.. Son bir aydır içtiğim sigaranın haddi hesabı yok. Işıkları kapatıp sadece başucu lambamı yakıyorum. Bilgisayarda “Drinking Songs” listem eşliğinde pencerede oturup akşama kadar tüttürüyorum. (Bu listede bolca Yasmin Levy ve Farid Farjad parçası var. Varın siz düşünün içinde bulunduğum psikolojiyi) Bazen sigarama Efes Extra da eşlik ediyor. “Ahahaha sen mi vatan kurtaracan ulan?” diyebilirsiniz. Haklısınız da. Ama o kadar bunaldım ki elimden başka bir şey gelmiyor maalesef.

Blogdan uzak kaldığım süre zarfında hiç mi güzel bir şey olmadı. Oldu tabii ki. Ama o da benim kafasızlığım yüzünden yarım kaldı :/ Hemen anlatıyorum.

Kadıköy’de düzenlenen siyasi içerikli bir konferansa gitmek üzere yola çıktım. Her nedense Eminönü’ne gidip ordan Kadıköy’e geçmeyi düşündüm. Eminönü’ne gittiğimde saat daha erkendi. “Şurada biraz oturup bi cugara tüttüreyim de öyle gideyim” dedim. Geçtim tam Galata Kulesi’nin karşısına oturdum. Karşımdaki manzara benim İstanbul’daki favorilerimden biridir. Kulağımda Yasmin Levy. (Evet bu aralar çok pis sardım bu kadına) Bir sigara yaktım. O arada önümden sarışın, güneş gözlüklü, sırt çantalı biri geçip yan tarafa oturdu. Sarışın erkekler hiç tipim olmadığı için kafamı çevirip bakmadım bile. Bir kaç dakika sonra bizim “Sarışın” bana döndü ve “Merhaba. Lighter?” diyerek soran gözlerle baktı. Meğerse bizim sarışın turistmiiişşş :) “Yeah sure” diyerek çakmağı uzattım. “Nasilsin?” dedi. Gülerek “İyiyim teşekkürler sen nasılsın?” dedim. “Bomba gibiyim” dedi.( Ben de “Valla aynen öylesin”dedim. Ama maalesef sadece içimden. Böhüü :(( ) Elini uzattı. “I’m Steve” dedi. Ben de karşılık verdim. Şimdi bayan okuyucular için ayrıntıya giriyorum. Sarışın, hafif dalgalı saçlı,mavi gözlü, inci dişli, übersonik vücutlu, tam anlamıyla “enfes” bir çocuktu. 45 dakika kadar oturup sohbet ettik ve ben bu süre zarfında İngilizce gramerini s*kip attım sevgili okuyucu. Gelişine göre bir şeyler söyledim umarım anlamıştır :D İngilizmiş, 6 aydır Türkiye’deymiş. Makine mühendisliğinden yeni mezun olmuş. İzmir Foça’da rüzgar sörfü öğretiyormuş. Antalya’dan buraya da otostopla gelmiş. Sadece sırt çantası vardı. Tam anlamıyla hayalimdeki hayatı yaşıyordu. Favori mekanımı sordu. Ben de Taksim dedim. Bir kaç bar önerisinde bulundum. Nasıl gidileceğini anlattım. İşte benim kafasızlık yaptığım noktaya geldik. “Ben de şimdi oraya gidecektim istersen beraber gidelim” demek yerine zaten ezbere bildiğim şeyleri dinlemek için konferansa gittim ve o Yunan tanrısı kılıklı çocuğun tek başına Galata Köprüsü’ne doğru yürüyüşünü, “Mantığına, cinsine cibilliyetine sıçayım Küfkedisi” diye düşünüp iç geçirerek izledim. Evet sevgili okuyucu. Şimdi onunla ilgili ne var elimde? Sadece ama sadece ismi. Beynimi çalıştırıp soyadını bile alamadım. Sinirden kendimi tekmeleyebilirdim. Dönüşte belki yine karşlaşırız diye düşünüp Eminönü’ne gittim, aynı yere oturdum. Benimle konuşan tek insan dedem yaşında bir adamdı. O da nereye gidiyorsam beraber gitmeyi teklif edince “İyi akşamlar” deyip kalktım. Olay bundan ibarettir.


Bu yazının başlığını da yazın yaptığım bir köy yolculuğunda buldum. O zamanki ruh halimi aynen yansıttığını düşünmüştüm. Şimdi de öyle düşündüğüme göre yazdan bu yana pek bir şey değişmemiş hayatımda. Hala köye ulaşamadım yani. Hoş, ulaşınca neler olacak onu da merak ediyorum ya neyse..

Beklettiğim için tekrar özür dilerim. Esen kalınız :)

12 Eylül 2010 Pazar

Referanduma karamsar bir bakış


Aylardır tartışılıyor bu konu. Her kafadan başka bir ses. Sonunda ben de kayıtsız kalamadım sevgili okuyucu. “Referanduma saatler kaldı. Biraz gecikmedin mi?” diyenler.. Evet haklısınız. Uzun zamandır bu konu hakkında yazmayı düşünüyordum ama kahretsin ki ben her işi son güne bırakan uyuşuğun tekiyim. Elden bir şey gelmiyor.


Şahsi kanaatim herkesin siyasetle uğraşmaması gerektiği yönünde. Anlayan anlamayan herkes uğraşınca neler oluyor hepimiz görüyoruz... Ülke berbat durumda. Ve “birileri” başka “birileri”nden aldığı emirlerle insanları sömürüyor, aptal yerine koyuyor, gözlerinin içine baka baka yalan söylüyor. Bu “birileri”nin son yumurtası da bildiğiniz gibi referandum zımbırtısı.


Açıkçası referandum lafı ortaya atıldığında “Tayyip ve tayfası anayasa değişikliği mi yapacak? Kesin bir b*kluk var. O zaman hayır!” şeklinde yavşakça bir düşünceye sahiptim. Daha sonra orda burada asılmış afişleri gördüm demokrasiymiş zartmış zurtmuş.. “Du bakalım neyi değiştiriyorlarmış bunlar” diye düşünerek değiştirilecek maddeleri tek tek ve defalarca okudum. Yeni yeni siyasetle ilgilenen biri olarak bu konuda ahkâm kesmem pek doğru değil belki de ama dayanamıyorum. Ulan bu maddeleri 10 yaşındaki yeğenimin önüne koysam o bile g*tüyle güler be! Daha fazla vaktim olsaydı bütün değiştirilen maddelerin kendime göre analizlerini yapardım fakat biraz geç kaldım sanki. Zaten defalarca yorumlandı maddeler ve ben de aşağı yukarı bir çoğuyla aynı düşünceye sahibim.


Tamam AKP yargıyı ele geçirmeye çalışıyor, otoritesini güçlendiriyor vs vs.. Ama beni en çok üzen ve sinirlendiren şey ise bu insanlara bu kadar kolay ve pişkin pişkin yalan söyleyebilmeleri. Adam kalkıyor, anayasa değişikliğinde öyle bir şey olmamasına rağmen şehit ailelerine ayrıcalık tanınacağının yazıldığı afişleri astırıyor, 80’de alkış tuttuğu darbenin sorumlularını yargılayacağını iddia ediyor, askerlikten kaçanlara yurt dışına çıkış hakkı verip bunu yurtdışına çıkış özgürlüğünün genişletilmesi olarak koyuyor önümüze! Ondan sonra o Müslüman, ben dinsiz laikçi oluyorum.


Bu sabah duyduğum ve beni yataktan sıçrayarak kaldıran bir haberi paylaşmak istiyorum sizinle. Yerel bir kanal, sokakta dolaşıp evet broşürü dağıtan AKP’li bir milletvekilini gösteriyor. Adam yoldan insanları çevirip anayasa değişikliğini anlatıyor. Yeni anayasayla sakatlara ayrıcalık tanınacağı, otobüslerin, kaldırımların onlara göre düzenleneceği gibi iğrenç yalanları utanmadan sıkılmadan söylüyor. İnsanlar da “Aaa öyle mi ne güzel” diye cevap veriyorlar. Eğer bir ülke sakatlara yardım yapmak için yasaya ihtiyaç duyuyorsa vah o ülkenin insanlarının haline! Hükümet eğer “isterse” hem sakatlara,hem şehit ailelerine, hem gazilere, hem yaşlılara, hem kadınlara, hem de çocuklara yasaya ihtiyaç duymadan yardım edebilir ki etmesi gerekir zaten. Ama bizimkiler bunlar ekstra bir şeymiş gibi milletin önüne sunuyor. Hem de öyle bir madde olmamasına rağmen. İnsan ister istemez düşünüyor bunlar bu kadar kolay yalan söyleyebiliyorsa kim bilir daha neler neler yaparlar. Bu iğrençlik hakkında daha çok şey söylemek isterim ama ciddi anlamda kelimelere dökemiyorum.


Halkımızın büyük bir bölümü eğitim görmemiş. Bir kısmı okuma yazma dahi bilmiyor. Bu insanları kandırmaktan daha kolay bir şey yoktur herhalde. O yüzden onlara kızamıyorum sadece üzülüyorum bu duruma. Peki eğitim görmüş üniversite öğrencilerine ne demeli? Şu klişe lafı yazmadan geçemicem. Tamam 80 sonrası gençlik apolitik. İyi de kardeşim okuma yazmaları da mı yok ulan? Anlayamıyorum bir insan ülkenin gidişatından nasıl bu kadar bihaber olabilir? Siyasetle ilgilenmek ayrı ama sen üniversitede okuyorsun bi aç araştır yahu. Anladık ülkenin geleceği s*kinde değil bari kendi geleceğini düşün de bir şeyler yap. Okuması yazması olmayan insanları, köylerde kendi geçiminin derdindeki insanları mazur görebilirim ama her türlü imkana sahip olup bu derece gaflet ve dalalet içinde olanları kesinlikle affedemem. “Sen kimsin ki affedeceksin len?” diyebilirsiniz. Bir gün içinden çıkılamaz bir batağa saplanıcaz ve bunun sorumlularından biri de bu gençler olacak ve en kötüsü de kurunun yanında yaş da yanacak. Onların yüzünden beni berbat bir gelecek bekliyor. İşte bu yüzden affedemem.


Evet referandumdan yeterince bahsettim biraz da referandum sonrası tabloyu kendi tahminlerime göre çizmeye çalışayım.


Her ne kadar istemesem de sandıktan evet çıkacak. Bir süre facebook, twitter, ekşi sözlük gibi yerlerden evetçilerin “Ahahaha nasıl geçirdik ama” minvalindeki zafer naralarını okucaz. Zaman geçtikçe verilen vaatlerin yerine getirilmediği ülke halkı tarafından yavaş yavaş idrak edilmeye başlanacak. Bir süre sonra öyle bir noktaya gelinecek ki akepeliler bile durumdan rahatsız olmaya başlayacaklar. Kimse bu durumun sorumluluğunu üstlenmek istemicek ve soranlara “Ben hayır dedim kieee” diye cevap vericek.( Sonra ben de onlara çok sevdiğim bir akrabamın “Sen demedin o demedi. Ulan o zaman kim evet dedi pezevenk ben mi dedim?” lafıyla karşılık vericem.) Daha sonrasını şu anda kestiremiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki insanlar yavaş yavaş pişman olmaya başladıklarında onların pişmanlıklarını, yüzlerindeki o “ahanda y**raa yidik” ifadelerini uzaktan gerine gerine ve büyük bir keyifle izlicem. Çünkü ben bu pisliğe alet olmadım. Vicdanım çok rahat!

HAYIR’lı referandumlar :)