Yeni mekana taşınma telaşı, yeni kampüse alışma, arkadaşlarla hasret giderme derken yazmayı ihmal ettim. Kusura bakmayınız efem.
Evet.. Senelerdir hayalini kurduğum şekilde yaşıyorum. Tek başıma.. Çok rahatım ama bazen düşünüyorum acaba iyi mi yaptım kötü mü yaptım diye.. Biri beni dürtmeden yataktan kalkamıyormuşum sevgili okuyucu yeni öğrendim. Ayrıca kendi kendime konuşmaya başlamam da cabası.
Bu sene hayatımda önemli bir değişim daha oldu. Siyasi bir örgüte katılıp ülkem için mücadeleye etmeye başladım + kendi kampüsümü örgütleme görevini üstlendim. Bu sorumluluk duygusunun getirdiği baskıyı tahmin bile edemezsiniz. Yaklaşık 80 kişiden sorumlu olmak, onları faaliyete katmaya çalışmak sandığımdan daha zormuş. Ayrıca saçmasapan öneriler ortaya konduğunda koskoca insanlara “Ahahaha olm saçmalama lan” da diyemiyorsunuz. Mecburen “Hmm evet olabilir aslında ama üstünde biraz daha düşünelim” deyip geçiştiriyorum. Severek üstlendiğim görevin altında eziliyorum sanırım. Ve bununla mücadele etmek için dünya üzerinde var olan en faydasız yola başvurdum. Sigara.. Son bir aydır içtiğim sigaranın haddi hesabı yok. Işıkları kapatıp sadece başucu lambamı yakıyorum. Bilgisayarda “Drinking Songs” listem eşliğinde pencerede oturup akşama kadar tüttürüyorum. (Bu listede bolca Yasmin Levy ve Farid Farjad parçası var. Varın siz düşünün içinde bulunduğum psikolojiyi) Bazen sigarama Efes Extra da eşlik ediyor. “Ahahaha sen mi vatan kurtaracan ulan?” diyebilirsiniz. Haklısınız da. Ama o kadar bunaldım ki elimden başka bir şey gelmiyor maalesef.
Blogdan uzak kaldığım süre zarfında hiç mi güzel bir şey olmadı. Oldu tabii ki. Ama o da benim kafasızlığım yüzünden yarım kaldı :/ Hemen anlatıyorum.
Kadıköy’de düzenlenen siyasi içerikli bir konferansa gitmek üzere yola çıktım. Her nedense Eminönü’ne gidip ordan Kadıköy’e geçmeyi düşündüm. Eminönü’ne gittiğimde saat daha erkendi. “Şurada biraz oturup bi cugara tüttüreyim de öyle gideyim” dedim. Geçtim tam Galata Kulesi’nin karşısına oturdum. Karşımdaki manzara benim İstanbul’daki favorilerimden biridir. Kulağımda Yasmin Levy. (Evet bu aralar çok pis sardım bu kadına) Bir sigara yaktım. O arada önümden sarışın, güneş gözlüklü, sırt çantalı biri geçip yan tarafa oturdu. Sarışın erkekler hiç tipim olmadığı için kafamı çevirip bakmadım bile. Bir kaç dakika sonra bizim “Sarışın” bana döndü ve “Merhaba. Lighter?” diyerek soran gözlerle baktı. Meğerse bizim sarışın turistmiiişşş :) “Yeah sure” diyerek çakmağı uzattım. “Nasilsin?” dedi. Gülerek “İyiyim teşekkürler sen nasılsın?” dedim. “Bomba gibiyim” dedi.( Ben de “Valla aynen öylesin”dedim. Ama maalesef sadece içimden. Böhüü :(( ) Elini uzattı. “I’m Steve” dedi. Ben de karşılık verdim. Şimdi bayan okuyucular için ayrıntıya giriyorum. Sarışın, hafif dalgalı saçlı,mavi gözlü, inci dişli, übersonik vücutlu, tam anlamıyla “enfes” bir çocuktu. 45 dakika kadar oturup sohbet ettik ve ben bu süre zarfında İngilizce gramerini s*kip attım sevgili okuyucu. Gelişine göre bir şeyler söyledim umarım anlamıştır :D İngilizmiş, 6 aydır Türkiye’deymiş. Makine mühendisliğinden yeni mezun olmuş. İzmir Foça’da rüzgar sörfü öğretiyormuş. Antalya’dan buraya da otostopla gelmiş. Sadece sırt çantası vardı. Tam anlamıyla hayalimdeki hayatı yaşıyordu. Favori mekanımı sordu. Ben de Taksim dedim. Bir kaç bar önerisinde bulundum. Nasıl gidileceğini anlattım. İşte benim kafasızlık yaptığım noktaya geldik. “Ben de şimdi oraya gidecektim istersen beraber gidelim” demek yerine zaten ezbere bildiğim şeyleri dinlemek için konferansa gittim ve o Yunan tanrısı kılıklı çocuğun tek başına Galata Köprüsü’ne doğru yürüyüşünü, “Mantığına, cinsine cibilliyetine sıçayım Küfkedisi” diye düşünüp iç geçirerek izledim. Evet sevgili okuyucu. Şimdi onunla ilgili ne var elimde? Sadece ama sadece ismi. Beynimi çalıştırıp soyadını bile alamadım. Sinirden kendimi tekmeleyebilirdim. Dönüşte belki yine karşlaşırız diye düşünüp Eminönü’ne gittim, aynı yere oturdum. Benimle konuşan tek insan dedem yaşında bir adamdı. O da nereye gidiyorsam beraber gitmeyi teklif edince “İyi akşamlar” deyip kalktım. Olay bundan ibarettir.
Bu yazının başlığını da yazın yaptığım bir köy yolculuğunda buldum. O zamanki ruh halimi aynen yansıttığını düşünmüştüm. Şimdi de öyle düşündüğüme göre yazdan bu yana pek bir şey değişmemiş hayatımda. Hala köye ulaşamadım yani. Hoş, ulaşınca neler olacak onu da merak ediyorum ya neyse..
Beklettiğim için tekrar özür dilerim. Esen kalınız :)