22 Temmuz 2010 Perşembe

Edvençırs of Küfkedisi - Part 2

Yoğun istek üzerine Karadeniz maceramı tamamladım ve yayınlıyorum sevgili okuyucu.

Eveet.. Geldik düğün gününe. Sabah erkenden kalkıp alelacele kahvaltı ettikten sonra Ayder Yaylası'na doğru yola çıktık. Orda burda durup fotoğraf çekmeyi ihmal etmedi tabii bizimkiler. Hayır anlamıyorum yaa. Herkesin uykusu var. Gözler şiş, suratta meymenet yok. Ne diye her şey süpermiş gibi gülümsüyorsun ki? Asla yapamadığım bir şeydir uykuluyken gülümsemek. Bir kere de fotoğrafa bakıp "Aa bak ne kadar güzel çıkmışız" yerine "Ehehe nasıl da uykuluyduk yahu" desen noolucak yani? Neyse yola devam ediyoruz. Bu yolculukta kulağımdaki metal tınılarıyla arabada bangır bangır çalan 9/8'lik roman havasının birleşiminden oluşan garip bir müzik türünün icadına şahit oldum. Oldukça sinir bozucuydu ama elden ne gelir?

Vee... Ayder Yaylası.. Yol boyunca içimden oflayıp puflayıp, "Ben dünyanın en güzel şehrinde yaşıyorum. Yayla manzarasını napiyim yeaaa" diye bikbiklenen ben, bütün o laflarımı yedim. Yeşilin o tonunu "Yeşil" Bursa'mda bile görmemiştim. Nasıl bir güzelliktir o yaa.. Bakmaktan kendimi alamadım sevgili okuyucu. Görmeyeniniz varsa ne yapın edin görün orayı. Çok ciddiyim.

Çevreyi biraz dolaştıktan sonra kahvaltı etmek için bir yere girdik oturduk. Yaklaşık olarak 15 kişi falandık. Mekanın yarısını doldurduk zaten. Garsonlar pervane oldu etrafımızda. Hemen masalar kuruldu, domatestir peynirdir falan filan geldi ve mıhlama siparişleri verildi. Daha önce ne yemişliğim ne de görmüşlüğüm var. "Mıhlama da ne ola ki?" modundayım. Mıhlamaları beklerken masadakilerden atıştırmaya başladık. Ekmek zaten tek başına çok lezzetliydi. Tereyağından alıyoruz bir "off" çekiyoruz. Tereyağının üstüne bal sürüyoruz "vay anasını bee" diyoruz. Elimizi domatese atıyoruz "amannn" diyoruz. Her şey enfes. Derkeeennn... Mıhlamalar geliyor. Görünüş itibariyle pek iç açıcı gelmiyor gözüme ilk etapta ama oraya kadar gitmişiz tadına bakmamak olmaz. İlk çatalla birlikte sanki yerden birkaç santim yükseliyorum, etraf pembe bulutlarla kaplanıyor. Yok böyle bir lezzet! İlk tava bitmeden 2. si sipariş ediliyor ve ben o iki tavanın da dibini kazıyorum resmen! Ben o güne kadar yaşamamışım yahu. Garsonlardan tarifi dinlerken öyle bir dikkat kesildim ki derslerimi bu kadar iyi dinleseydim şimdiden zilyon tane alttan dersim olmazdı. O derece!

Kahvaltılar bitti kahveler içildi ve yediklerimizi eritmek amacıyla yürüyüşe çıktık. Yol boyunca yöresel eşyalar satan dükkanlar var. Karadenizli kadınların başlarına bağladıkları puşiler dikkatimi çekti. Geniş alnımdan ve biçimsiz olduklarını düşündüğüm kulaklarımdan pek hoşlanmadığım için kafama bir şeyler bağlayıp alnımı ve kulaklarımı açıkta bırakma taraftarı değilim pek ama nedense bu puşiler çok hoşuma gitti. Takmasam da hatıra olarak durur diyerekten girdim bir dükkana. Kadına "Bunlar ne kadar?" diye soracaktım ki "Lan nooluyoruz?!?" demeye kalmadan aldı bir tanesini bağlamaya başladı kafama. Ay bu bana bir yakış bir yakış... Düğün haricinde gidene kadar kafamdan çıkartmadım yemin ederim :D Bir de üstüne laz damarlarım kabarmadı mı? Önüme gelene bildiğim tek lazca kelime olduğu için "Gyuli ckimi" deyip deyip durdum :D

Artık gitme vaktiiii... Ailemizin süse meraklı bağyanları kuaföre yetişme telaşı içindelerken ben de beni eve bırakacak birisini aradım. Bu tür günlerde kuaföre falan gitmem ben. Ne zaman gitsem daha da çirkinleşmiş bir halde çıkarım çünkü. Makyajdan da hoşlanmam. E o zaman ne diye gideyim değil mi? Ama benim bu fikirlerimi bilmeyen akrabalarım tarafından gaza getirildim ve kendimi kuaförde buldum. Saçıma su dalgası yapılmasına kadar verildi ve kendimi kuaförün ellerine bıraktım. Saçlarım önce maşalandı ve sonra da penslerle tutturuldu. İşlem sonunda 60'lardan kalma, saçlarını bigudiyle saran kokonalara döndüm. Anlaşıldı saçım her zamanki gibi rezalet bir şekil alacak. Kimseye çaktırmadan kafamda eve erken gidip saçımı yıkama planları yapıyorum. Yaklaşık 1 saat sonra dayanamayıp "Açık artık şu saçımı yeaa" dedim ve zorla açtırdım. Sonuç: Faciadan da öte. Sırtıma kadar inen saçlarım omzumun üstüne çıkmış. Ön taraf sağa mı yatsın sola mı yatsın bilememiş sanki.."Eheh teşekkür ederim çok beğendim" deyip canhıraş bir şekilde kendimi dışarı attım ve eve doğru son sürat koşmaya başladım. Sinirden gözlerim doldu ama eve kadar sabrettim. Eve girdim banyonun kapısını kapadım vee... Bir ağlamak bir ağlamak.. Saçım kötü oldu diye değil ama, kimse beni olduğum gibi kabul etmiyor diye. Sade bir kızım abartıdan hoşlanmam. Yapılı saçlar itici gelir. Kalıp gibi makyaj yapılmış bir yüze yakından bakamam çünkü midem bulanır. Buna rağmen değiştirilmeye çalışmak nasıl koydu anlatamam. Sevmiyorum ulan zorla mı? Önemli olan o düğünde bulunmak değil mi? Süslenmemem düğünü umursamadığım anlamına gelmemeli. "E ama toplumsal kurallar. Düğünde süslenilir, şöyle yapılır, böyle yapılır, bikbikbik" derseniz ben de size derim ki" S*keyim toplumsal kurallarınızı!" Ben böyleyim arkadaşım . Hoşlanmıyor musun? Ben de sizin yarım kutu sprey boca edilmiş saçlarınızdan, her bir gözeneği fondöten ve pudrayla kapatılmış yüzünden hoşlanmıyorum naapıcaz? Neyse ben böyle kendi kendime söylenirken aynaya bir baktım saçım bayağı inmiş. Güzel göründü gözüme. Doğal hali gibi duruyordu. "Tamam yaa kalsın napayım artık." dedim. Çok hafif bir makyaj yaptım. Çakma Hadise elbisemi ve topuklu ayakkabılarımı da giydikten sonra hazırdıııım :) Halamın "Çok çıtır oldun kız" lafını duyunca da keyfim yerine geldi.

Kız alma faslını geçiyorum gayet sıradandı çünkü. Düğün salonuna gittik. Oturduk sohbet muhabbet derkeenn.. Gelinle damat piste çıktı. İlk dans parçası olarak Zorro filminden "I want to spend my lifetime loving you" yu seçmişlerdi. Gözlerim doldu ama yiğitliğe bok sürdürmedim tabii ki. Çaktırmadım :D Düğün ortamı gerer beni. Hoşlanmam böyle şeylerden. Sıkıldıkça tuvalete gittim volta attım falan. Karadeniz havaları çalmaya başladı. Kabaran laz damarlarım tekrar etkisini gösterdi ve attım kendimi dans pistine. Öyle bir horon tepmek ki ayakta duramamak.. Ciddi anlamda yürüyemedim yaa.. Bünye alışık değil tabii böyle şeylere. Oturayım dedim yok onu da yapamıyorum. Oturduğum yerde içim oynuyor resmen :D "Amaaaan başlarım ayakkabıya da topuğuna da" dedim ve ayağa kalktım. Ayakkabılar bir yana ben diğer yana. Herkesin şaşkın bakışları arasında oynayanların arasına daldım. Bursa çiftetellisi da çaldırdık. Bir oynamadığım o kalmıştı zaten. Onda da oynadık ve huzur içinde dağıldık evlere. Ertesi gün gayet rahat bir gündü. Gündüz küçük veletleri denize götürüp yüzdürdük. Akşam da liman evinde balık yedik. Hava iyice kararınca peder beye çaktırmadan bi' bira çaktım kendime geldim :) Bu arada orada yaşayan kuzenimizden übersonik bir laz atasözü öğrendik. Her ne kadar lazcasını şu anda hatırlayamasam da Türkçe olarak paylaşmak istiyorum. "Akıl salatalık değil ki ucundan azıcık kırıp vereyim" Nasıl ayar vermiş amcam zamanında değil mi? Ahahaha bir de lazlara aptal muamelesi yaparlar :D

Eve gittik. Yatmadan önce saat 3'te yola çıkacağımızı öğrendik. Ulan zaten saat olmuş yarım. Sinirler zıpladı tabii. Saat 1 gibi yatıp 2 saat sonra, kuzenimin "Neden karga bokuylaa muhattap olmak zorundayız ki?" sorusuyla yeni güne kahkahalarla uyanıp eşyalarımızı topladık. Bu arada geldiğimden beri aynı çorabı giydiğimi farkettim. "Yok hacım bu iflah olmaz artık" diyerek ekşimiş surat ifademle çorabı aynen çöpe yolladım.

Yola çıktık. Akşamüstü gibi Bursa'ya vardık. Çok yorucu, yer yer sinir bozucu, ara sıra duygusal anlar yaşadığım, ama her şeye rağmen çok güzel bir geziydi. Tekrar gitme planları yapıyorum. Bakalım.. Kısmet.. :)

İmkanınız varsa mutlaka gidin. Cidden görülmeye değer.
Öpüldünüz sevgili okuyucu.

18 Temmuz 2010 Pazar

Dişi Yakarış

İnanılmaz olaylarla(!) bezeli Karadeniz maceramı yarıda kesip, izninizle başka bir konuda içimi dökmek istiyorum. Çünkü çok fena doldum sevgili okuyucu.

Senelerdir alıştığımı zannederdim bu duruma. Hayatımda hiçbir şeyin yolunda gitmemesi durumuna yani.. Ama alışamamışım. Ya bir insanın hayatında aynı anda her şey de kötüye gitmez ki be kardeşim. Etrafıma bakıyorum. Birinin aşk hayatı iyiyse dersleri kötü. Başka birinin ailesiyle problemleri varsa iş bulmuş çalışıyor falan. Hayata bir şekilde tutunuyorlar yani. Yok arkadaş benim hayat sıçtı mı her yönüyle sıçıyor. Zaman zaman başımı semaya kaldırıp “Allah’ım kafa mı buluyorsun benle?” diye sormaktan alamıyorum kendimi.

Özgürlüğüme düşkün bir insan olarak aşktı, sevgili olmaydı falan gelemiyorum öyle şeylere. Duygusal ilişkiler boğuyor beni. Bir kere girdim öyle bir işin içine. Aldım ağzımın payını artık uzak duruyorum. Hal böyleyken biri çıkıyor karşıma. Bir iki güzel laf söylüyor. Ben “Acaba olabilir mi ki?” demeye kalmadan g.tünü dönüp gidiyor. Hayır yani cidden istemiyorum sevgilim olsun falan. Biri gelip aklıma böyle bir fikir sokuyor sonra mal gibi kalan yine ben oluyorum. Şimdiii.. Sözüm sana Bay Gerizekalı… Ben hep aynıyım. Okulda konuştuğun kız da benim. Msn de yavşadığın kız da benim. Sinemaya gittiğin kız da benim. Hiç değişmedim. Beni nasıl tanıdıysan hep öyleydim hala da öyleyim. Peki ne değişti? Ne değişti de ben senin kendine yeni bir sevgili yaptığını öğreniyorum Facebooklardan? Ulan duyan da beni erkek manyağı, kendinden vazgeçilince kuduran biri zannedecek. Halbuki alakası yok. Neyse efenim bu olaydan birkaç saat sonra msnde ilk aşkımın yeni sevgilisiyle yaptığı vıcık vıcık konuşmalara şahit oldum. Arada bir ayıp olmasın diye güldüm, arada da “Ahahaha çok şekersiniz yaa” falan dedim. Ne kadar inandırıcı oldu orasını bilemiyorum. Umrumda da değil açıkçası. Sabır çeke çeke bitmesini bekledim. Neyse bitti fazla uzamadan.

Dertler bununla sınırlı değil tabii ki.. Ay sonunda kaldığım yurttan ayrılmam lazım ama nereye gideceğim hakkında hiçbir fikrim yok. Başka yurt arıyoruz ama bulamıyoruz. Kadıköydekiler rezalet. Üsküdarda bir tane var o da cemaat yurdu. Bizim dışarı çıkmak için hazırlandığımız saatte onlar kapıları kilitliyorlar. Ahahah şaka gibi. Ev desen… İyi güzel tabi ama bunun ebeveynden izin alması var, döşemesi var, temizliği var, yemek yapması var, bulaşık yıkaması var, faturaları var, var oğlu var… Yani uzun lafın kısası yersiz yurtsuz kaldım. İlk seneden 6 tane alttan dersim var. Okulu bıraksaydım ortalamam daha yüksek olurdu herhalde. Öyle boktan bir durumdayım yani..Yaz okulu desen.. Hayatımda bu kadar sıkıcı bir aktivite daha görmemiştim herhalde. Bunlar yetmezmiş gibi diş doktorum olacak kadın tellerimi çıkarmamakta ısrarlı. Beni tellerle gömmeye mi karar verdi nedir?!? 3 buçuk senedir terminatör gibi dolaşıyorum yeter ulan!! Kazık kadar oldum hala kurtulamadım şunlardan. Bir de suratımda sivilce çıktı mı bildiğin ergen görüntüsü veriyorum ortama. Yahu yeni mp3 çalar aldım o bile bozuk çıktı yaa.. Cenabet miyim ne bokum anlamadım ki..

Oh be rahatladım! Yazımı bitirmeden size vermek istediğim bir haber var Yarın akşam bir er kişiyle yemeğe çıkıyorum. Onun da ne dediği belli değil. Bi hoşlanıyorum senden dedi bir öyle dedi bir böyle dedi allak bullak etti kafamı. Neyse neymiş derdi öğrenelim bakalım. Aah ah! Bunlar tam da içinde bulunmak istediğim durumlar zaten.

En kısa zamanda tekrar yazmaya çalışıcam. Esen kalınız efenim.